Sabahın ilk gün ışıkıları tül perdenin ardından odayı aydınlatmaya başlamışken Lils, St. Mungo’ya erkenden gelmiş ve sıkıntıyla iksir alamadan uyuyamamanın rahatsızlığını yaşıyordu. Ona sanki başı ağırlaşıp her an düşebilecekmiş gibi geliyor, ancak artık daha fazla iksir alamayacağını biliyordu. En azından acı içinde kıvranmak istemiyorsa.
Gözleri sık sık hemen ayak ucundaki sandığa kayıyor, çaresizlikle dişlerini dudaklarını geçiriyor, pofuduk koltuğun köşesinden fırlamış olan pamuğu iki parmağının arasında oynatıyordu. Doğrulup özlemle sandığa baktı. Zaten uzun süre uyuyamazken şimdi ise hiç uyuyamıyordu. Uykusuz kalınca daha çok sakarlaşıyordu, tabii ki. Daha geçenlerde hastasına getirdiği tedavi iksirini üst üste iki kere kırmamış mıydı? Onu endişelendiren işini kaydedebileceği düşüncesinden başka bir şey değildi.
Gerçekten de sadece yaşamak için yaşıyordu, dahası yoktu. Bunu da kusursuzca yaptığı kolaylıkla söylenebilirdi. Her sabah ilk önce katları denetliyor, baş şifacı olarak görevi olmasa bile işte bir mazeret gerekçesiyle olmayan kişilerin yerine geçiyor, yapılan iksirleri denetliyor, birkaç kişiyi azarlamayı eksik etmeyince ve odasına geçiyordu. Özellikle şu sıralardaki bu tek düze yaşam formundan sıkılmış olduğundan bunları aksatmaya başlamıştı.
Şimdiyse ilgisizce odasına gelenlerin dertlerini dinliyor, bazı görüşmelere giriyor ve herkesi olabildiğince yok sayıyordu. Bu söz konusu o olunca normal karşılanması gereken bir şey olabilirdi, ama değildi. Şuan bunun kesinlikle hissettiği duygularla ilgili olmadığını biliyordu. Ona engel olan şu lanet uykusuzluktu. Aksatmadığı, hatta kat kat arttırdığı tek şey Çatlak Kazan’da ateş viskisi içip gazetesini okumaktı. Keşke aksattığı tek şey bu olsaydı, yani belki de onu yatıştırmaya gücü yetebilecek tek şey. Kapıya vurulan seslerle birlikte sandalyesini duvara döndürüp önüne dosyasını aldı, engel olamamıştı çünkü; yüzü ekşimişti bir kere. Dosyaya eğilirken saçlarının arkasına saklanmıştı.
“Selam Lils.” Önüne dönmeyi bir zorunluluk olarak hissedince derin bir nefes aldı. Zoraki bir gülümsemeyi yüzüne oturtmuş, şuan hangi bölümün stajını yapmakta olduğunu hatırlamadığı büyücüyü süzdü. Başını ne var dercesine salladığında, aksiliğini hissetmiş olsa gerek büyücü tek kaşını kaldırdı.
“İksirlerin birinde kaza çıkmış. Beni yolladılar, sanırım kontrol etmemişsin bugün.” Bir ev cininin bunu yapmayacağından emin, öfkeyle şakaklarını ovdu. Teslim olmuş ve yenilmiş bir iniltiyle Jack’in ardından yürümeye başladı. İçeride kimse kalmamıştı. Jack enkaza bir bakış atıp Lils'in zoraki gülümsemesini taklit etti.
“Şey… Artık gitmeliyim, kolay gelsin.” Kolaysa neden sen benim yerime geçmiyorsun, haydi görevleri takas edelim diye düşündü sinirle. Boğazına oturmuş yumru hissettiğinden derin bir nefes alıp, elinde bir sinek var gibi arkaya salladı. Uzaklaşan ayak sesleri artık kaybolduğunda, mutsuz ve çaresiz bir ifade yerleşmişti suratına. Normalde kimseyi çağırttırmazdı böyle durumlarda. Yine de bir istisna kaideyi bozmazdı; ne vardı yani şimdi o pahalı para tuzaklarına bir kez düşse. Onu asıl rahatsız eden şey, aynı şeyleri yapacak olmalarıydı.
Tamam, belki onun asasından çıkanlar daha bir etkisizdi ama yeterliydi. Kimse burası temiz değil diyemezdi ve bu konuda profesyonelleşmeye başlamıştı. Bu sırf sadece hastanede işine yaramamış, dağınık birisi olduğu için evinde de işe yaramıştı. Tek yapması gereken asasını sallamaktan ibaretti artık. Doğru dürüst konsantre olabilse, kim bilir neler yapardı. Narsist bir gülümseme yerleşti suratına. Birden yerine gelen keyfiyle dışarı çıktı. Öğlen molasını buna harcamayacaktı. Gerçi her istediği an mola yapabilirdi ama, aması yoktu. Çıkış kapısına yaklaştığında ince bir ses kulağına geldi.
“Miss Johnsonn, bu kadar kısa sürede?” Uykusuz olduğundan umursamaz bir şekilde esnemek kolay olmuştu onun için. Ayrıca söylediklerine takılmıştı. İsteseydi şimdi orayı bitirmişti, bu kuşku duyulamazdı. Tekrar esnerken elinin tersini dudaklarına yaklaştırmış, omuz silkmekteydi.
“Servis çağırın. Öğlen molasına katılıyorum ben.” Kapıyı açtığında serin ve temiz hava yüzüne çarptı. Ciğerlerini tüm havayı içine almak istermişçesine doldurdu. Ani bir gülümseme ile Çatlak Kazan’a cisimlendi. Cisimlenirken hissettiği sıkıştırılma hissi onu rahatsız etmiyordu. Klostrofobisini yenmişti bu şekilde. Yine de dükkânın önünde belirdiğinde duvara dayanıp bir süre derin nefesler almayı ihmal edemedi. Evet, yaşamak için yaşamaya devam ediyordu.
İçeri girdiğinde her zamanki gibi ortam kalabalıktı ve tanıdık yüzler çoktu. Birkaç selamdan sonra bara geçti. Yeni bar çalışanı bile ezberlemişti. Onun ne istediğini bilebilmek için kanınızın saf olması gerekmiyordu, demek ki. Dudakları kıvrıldığında, gülümsemesi gözlerine ulaşamamıştı Lils’in.
“Evet, sanırım ateş viskisi. Değil mi?” Tanışmamış olmalarına rağmen rahattılar birbirine karşı. Çünkü ilişki tek düzeydi ve pek olağandışı bir şey beklenemezdi. Lils, sadece memnuniyetle mırıldanmakla yetindi. Altın kesesini daha çıkartmadan önüne ateş viskisi gelmişti. Birkaç saniye geçtikten sonra nihayet keseyi açabildiğinde ücreti ödedi.
“Teşekkür ederim.”
“Rica ederim.” Klasikleşmiş bir konuşma sonrasında Lils, ateş viskisine kavuşmuş ve pek de mesut görünüyordu. Yeni bar çalışanı ona bir bakış attıktan sonra tekrar siparişleri almaya döndü. Ateş viskisinden küçük bir yudum aldıktan sonra elindeki bar içinde de birkaç tanesi satılan Gelecek Postası’nın ücretini ödüyordu. Manşet başlıklara göz geçirirken ateş viskisini yudumladı. ST. Mungo’da çalışmakta olduğunu bildiği birkaç cadının hareketlenmesiyle saatine baktı. Günler sonra ilk kez uykusu gelmişti, Lils’in. Çatlak Kazan’ın şöminesini kullanabilirdi, bugün izinli olmak istediğini söylemek için.
Ateş viskisini bitirdiğinde gereksizce ellerinin arasındaki bardağın dibine baktı. Küçük bir iç çekmeyle ayağa kalkarken kararsızca durakladı. Giderek saçmaladığını mırıldanarak şömineye ilerledi. Küçük bir büyü sonrasında ST. Mungo’nun herhangi bir köşesindeki Jack bir şeyleri inceliyormuş gibi görünüyordu.
“Jack. Bugün izinli olacağım. Söylersin herhalde.” Bir an ateşlerin arasındaki yüzü şaşkın bir hale geldi. Gözlerini kırpıştırarak Lils'e baktı. Eh, her zaman böyle bir şey istemiyordu doğrusu. Hatta gereksiz izin alanlara homurdanmadan edemezdi. Son yıllarda olmuştu bu. İşine olan tutkusu son yıllarda gelişmişti ve bu nedensiz de değildi. Artık kendini daha bir sorumlu hissediyordu. Baş Şifacılığa yükselmesinden hemen önce Ölüm Yiyenlere katılmıştı.
“Sanırım. Şey… İyi tatiller.” Neredeyse tatlı bir yüz ifadesiyle ve uysal bir sesle cevap verdi, Lils.
“Sana da kolay gelsin.” Hınzırca gülümsemesi onun ne yaptığını hatırlamaya çalışmasına neden oldu. Sonra aralarında geçen konuşma aklına gelmiş olacak ki, gülmeye başladı. Lils de gülümseyerek büyünün etkisini kaldırdı. Şimdiden uykunun sersemliğini tatmıştı. Ya da belki de ateş viskisinin etkisiydi. Pek umrunda değildi.
_____
ST. Mungo Bağlantısı... =P Rütbenin yanına Ölüm Yiyen istiyorum mümkünse. (=